Bir insanı unutabilirsin,
Bir insanın sana neler yaptığını da unutabilirsin,
Ama o insanın sana ne hissettirdiğini asla unutamazsın!
Bir insanın sana neler yaptığını da unutabilirsin,
Ama o insanın sana ne hissettirdiğini asla unutamazsın!
Sigmund Freud
Ya da tam tersi, içleri acısın, burkum burkum burkulsun yürekleri derdinde de
değilim!
Benim derdim gönlümle!
Bir insanın gönül meselesi olunca işler istemsizce acıklı
bir hal alıyor.
Güzel bir arkadaşımın vesilesiyle bundan yaklaşık bir ay
önce bir grup insanla tanıştım. Bir meseleleri vardı onlarında. Ama ben gibi
ama değil. Derinini bilmem.
Amaç belliydi: Paylaşmak.
Bakın bu kelimeye dikkat edin, yardım etmek demiyorum. Bahsi geçen şey paylaşmak!
Halk dilinde bu yardım olarak geçer, bense paylaşmak
diyeceğim yaptıklarımıza.
Nasıldı, neredendi, kimdendi? Bunun sorgusu olmaz!
Koliler dolusu kıyafet, ayakkabı ve oyuncak paylaşılmıştı, birbirlerini
tanımayan insanlar arasında. Bizim yaptığımızsa zamanımızı, hani şu nakit olan,
bizi zengin eden, çok değerli zamanımızı, hiç tanımadığımız insanlarla
paylaşmaktı. Bir elin verdiğini ona göstermeden berikine uzatmaktı.
Kolileri yığdık bir kamyonetin ardına ve vurduk kendimizi
yollara.
Bundan yıllar önce, gönlüm kırılmadan çok önce yine böyle
güzel şeyler yapmıştım. Ama bu başkaydı. Ertesi gün daha iyi anladım.
Ortalama 6-7 aylığına dönemlik işçi olarak gelmişler.
Gittiğimiz yerde çoluk çocuk 100 kişi yaşıyormuş. Hani o “filmler”de gördüğümüz
ve sadece “filmler”de olacağına inanmak istediğimiz çıplak ayaklı, elleri
yüzleri toprak, gözleri umut dolu çocuklarla doluydu o kupkuru, sıcaktan
kavrulan topraklar.
Bezden çadırları, yerde hasırları…
Yine “misafir”dik onların hayatlarında. Gelip “giden”!
Hemen çay koydu kadınlar. Toplaştı çocuklar. İndirdik
kolileri; bir heyecan, bir hevesle. Açmadılar bizim yanımızda. Sonra bakmışlar
kendi aralarında.
Bir abla; kucağında bebesi, eteğinde ötekisi. Arapçası, Türkçesinden iyi. Çocuklarsa Türkçe
bilmiyor. Anlaşmaya çalışıyoruz. Çocuklar benden de Iraklı
arkadaşlarımdan da çekiniyorlar.
Oysa göz açık kapamak kadar kısa; iki elimden tutmuş iki
çocuk. Bir çember olmuşuz ve oyun oynuyoruz.
O gün öylece bitti. Ama bir de ertesi günü vardı bu işin.
Ertesi gün onlara hediye götürmek için çıktık yola. Kim
bilir nasıl sevinecekler, diye…
Göç dediğin şeyin kaydı küreği zor! Gelenin gidenin zamanı
belli değil.
Kimi çocuklar bu ve benzer durumlar nedeniyle hediyesiz
kaldı!
Bir de maddi sıkıntılar var tabii… Yardım edenler kısıtlı olunca, bir şeyler hep eksik kalıyor!
Bir de maddi sıkıntılar var tabii… Yardım edenler kısıtlı olunca, bir şeyler hep eksik kalıyor!
Hani yazının başında unutulmayacak hislerden bahsetmiştim
ya.
O günde öyle bir gündü işte!
10 yaşlarında güzel bir kız çocuğu. Türkçesi çat pat. Ama
beni anladığını sanıyorum. İsmi yok listede. Okula kayıtlı değilmiş. Eh haliyle
hediyesi de. İçimiz buruk.
Neden okula gelmediğini soruyorum:
Tarlada işçi!
Patates topluyor!
Hem de o küçücük elleriyle.
Kaç saat çalışıyorsun, diyorum.
Bilmem ki, diyor.
Gösteriyorum: Beş, altı…
Oysa okuma yazması yok ki beşi altıyı bilsin.
Bak diyorum senin okul kaydın yokmuş. O yüzden yok listede
adın. Kayıt ol, tamam mı, diyorum. Tamam, diyor ve çadırına gidiyor.
Bizde çay içip kalkacağız.
Ama sinmiyor ki içime.
Laf arası “annem tarlaya gönderiyor.” dedi bir kere. Nasıl rahat durayım.
Iraklı arkadaşımı yanıma katıp koşuyorum çadırına.
Bir liste oluşturuluyor zaten eksik kalanlara. Meğer orada
da 1-2 çocuk varmış. Onlarında isimlerini alıyoruz ve güzel gözlü kız çocuğunu
yanımıza katıp tek odalı okula gidiyoruz.
Öğretmen ders bitince kaydederiz, diyor.
Sınıfta boş yeri gösterip oturtuyoruz onu ve gitme vakti.
Birkaç öpücük, koca bir sarılma ve ardımda bıraktığım yeşil
bir saç tokası…
O beni ne kadar ve ne zamana kadar hatırlar? Okur mu, devam
eder mi?
Soru yığınlarını yüklenip omuzlarımıza, gönlümüz, aklımız
biraz da orada, “medeniyet”e dönüyoruz.
Göçmenleri, milliyetlerini, okumamışlıklarını beğenmeyen ama
o küçücük ellerin topladığı patatesleri iştahla yiyen insanların arasına geri
dönüyoruz.
O elleri görmeyene, o yüreği yüreğine katıp büyümeyene
anlatılmaz belki o patatesin değeri.
Ama bundan sonra yediğim her şey çok daha
kıymetli!
Belki bir çocuğun eliyle önüme sunulmuştur diye!