31 Ekim 2013 Perşembe

TABU



Tabu, insan davranışlarının belli alanlarda, belli normlarla ilişkili, kutsal veya dokunulmaz olarak addedilen oldukça güçlü “sosyal” yasaklardır. Sigmund Freud’un tabular üzerine yapmış olduğu bilimsel analizine bakacak olursak; bu tür yasaklara karşı güçlü bilinçaltı güdüleriyle hareket ettiğimiz kanıtlanmıştır.

Bu noktadan bakıldığında da bilinci yerinde her bir birey için bunların toplumsal ön yargılar olduğunu söylemek mümkün. Fakat sorun şu ki bunlardan kurtulmak, söylemek kadar kolay değil.
İlk bakışta insan zihnin de sınırları, duvarları ve ötesinde benliğimize ait özgürlükleri yok edici bir güç resmi çizse de, temel de “TABU”  olarak adlandırdığımız şeyler bizlere dayatılan ya da bizlerin evrimleştirdiğimiz kurallarımızdan fazlası değildir.

Ama aynı insan sahip olduğu ego(ben) duygusuyla sadece bir başkası istediği için bu kurallarından taviz vermeyi benlikteki kırılma olarak görüyor ve kuralcı kimliği nedeniyle etiketleniyor.
Oysa bugün biz fark etmeden bilinçaltımızın küçük oyunlarıyla görünmez tabuları kırdığımızı sanırken bir başka tabuyu örüyoruz:  

Ben böyle olmayacağım!

İşte yeni bir tabu!

Ve aslında tabularımızın olduğunu söyleyenler kendi tabularının misyonerliklerini yaptıklarının farkında değiller.

“Çok fazla Tabun var, bunları aşmalısın.”
“Tabuların, önünü görmeni engelliyor. Kendine bunu yapma!”

Bu söylemler temelinde kendine benzeyen kişi ya da kişilerin Tabu olarak adlandırılan ve öteki olarak adlandırılacak bireyin egosunu görmezden gelerek kendi normlarında yeni bir birey inşasıdır.
Tabular, ileri bir noktadan bakıldığında ideaların ortaya koyduğu bir tablodur.

“İnancım buysa böyle yaşamalıyım.”
“A sisteminin uşağı olmayacağım.”
“Falancayı çok yobaz buldum.”
“Aynı cins kol kola girince hiç hoş görünmüyorlar, farkında değiller mi? ”

Bakınız bu söylemler alt anlamlarında ciddi Tabuların da varlığına ışık tutuyor. Başkalarının hayatını yargılarken ki kimse kimseyi yargılayabilecek kadar temiz bir vicdana sahip değil, kendi egolarımızın ötesine gidemiyor ve bu tabuları buldozerlerimizle yıkmaya çalışıyoruz.

İnsanları kendi bilinçaltımızda tabu dediğimiz şeyler yüzünden yobaz, faşist, diktatör, kezban, kro, apaçi ve benzer şekillerde etiketliyor ve ona göre davranıyoruz.


İnsanlara kendimizi anlatmaktansa kendi idealarımızı dikta ederek aslında biz diktatör olmuyor muyuz?


28 Ekim 2013 Pazartesi

Ahh be kardeşim, ahh benim canım kardeşim...


http://www.youtube.com/watch?v=n2AQ5F6F3n8


Biriktirdim,
Sen bilmeden, görmeden kelimeleri ...
Şimdiyse içime bile sığamadım,
Onca kelimenin itiş kakışında...
Bulamadım doğru kelimeleri...
Nerede benim kelimelerim?
Neler oldu bana?
Hissettiklerim ya da bunca zaman hissedip de kendime söyleyemediklerim...
Neden şimdi tokat gibi yüzüme vurursunuz...

Hayır.
Sadece son bir kaç günde düşünmedim bütün bunları...
Sen bilmeden öyle çok defa düşünürken bulmuştum kendimi.
Hemde sen bilmezken sana kırıldığımı sandığım zamanlarda...

Sonra sen benim bilmediğim hallerinde meğer ne çok zaman ayırmışsın bana...
İşte ben o gün anladım ne çok sustuğumuzu...
Öyle ki kelimeler hiç bu kadar doğru dizilimde olmamıştı belki de, yıllardır.
Evet,  "Yıllardır" hemde...
Meğer benim değil, senin kelimenmiş benim duymam gereken...

Burnumun dibinde olup bitenleri bilip, hissederken, ben hissettirememiş miyim sevgilerimi...
Asıl odunluk bende miymiş yoksa...
Yoksa zaman mı bulamamışım onca sevdiğim insana...
Çok mu geciktim sana kardeşim...
Senin canın yanarken canımın nasıl yandığını hiç mi anlatamadım sarılırken?
Ah be kardeşim...
Yapamadım mı?
Olmadı mı yoksa?

Kanım, canım, çocukluğum...
Yapamadım değil mi?
Sen benim elimden tutarken
Ben hep yapamadım değil mi?

Ah be kardeşim...
Sen sandın mı ki
Ben burda senin sevdiğin yemekleri yiyebildim?
Hep eksikti bir yerde sol yanım.

Hani o gün bir damla süzüldü ya senin o göz pınarından..
Ahh be kardeşim...
Neden uzak kaldık ki biz o gün senle...
Neden kaldırıp atamadım o masayı kahvecinin vitrinine...
Neden diyemedim ki
Gel be kardeşim...
Gel...

Sen yalnız değilsin.