30 Nisan 2014 Çarşamba

YİNE OLMADI !!!


Olmadı anne, yine beceremedim kapitalist olmayı. Olmuyor, yapamıyorum. Beceremiyorum işte. Damağımda bambaşka bir tat, gözlerim bambaşka vitrinlerde, yüreğim yangın yeri, aklımdakiler ipe sapa sığmaz delinin fikirleri…

Yine bir Anka’nın külleri misali yanıyorum, anne. Yakıyorlar küllerimi, yine doğuyorum.
Anarşistim…
Farklıyım…
Cinsiyetini görmezden gelen, cennetin, cehennemin arasında kalmış bir zavallıyım…
Kendi doğrularında, kendi yolunda, yapayalnız bir bedende milyonlarca deliden biriyim.
Farklıyım.
Farklılığımla varım!
Ne kadar kaçmaya çalışsam da olmuyor. Bundan asla kaçamayacağımı biliyorum. Hayatta karşıma çıkan herkes böyle olduğumu yineliyor. Ben hep böyleydim zaten: FARKLI!
Okul hayatımın daha en başlarında yaşadığım o sancılı süreçte bundandı.
Olmadı, yine yapamadım.
Öğütlere uyamadım.
Duygularımda mantığımı, mantığımda duygularımı aramadım. Saçmalamam gerekti, acıtmam gerekti kendimi ve bunu yaptım.
Anarşistim.
İçimde yaşıma inat büyümeye karşı çıkan bir çocuk var. Kokuşmuşlara, kocamışlara inat eden bir çocuk. Hayır, bu böyle, böyle olmalı diyen bir çocuk. Yorulmaktan usanmayan, düştükçe yaralarına gülücükler çizen bir çocuk.
Bunu soğuk betonda oturan o sokak çocuğunun peşinden ciğerlerim yana yana koşarken anladım.
Oysa sadece çantamda taşımak için bir mendil aldım.
Neden bunu yapıyor ki şimdi, hepsi aynı, dedirten bir açıklama yaptı: Eve gideceğim, otobüs param yok, onun için satıyorum abla. Mendilimi aldım ve birkaç adım attıktan sonra merak ettiğim bir soru için döndüm. Ama yoktu.
Kaşla göz arasında kaybolmuştu.
Koştum.
Meraklı gözlere aldırmadan koştum. Sordum en yakın otobüs durağını, bilmiyordu tekelci. Ne biçim adamsın diyemeden, kızamadan koştum. Bildiğim en yakın durağa koştum. Bulamadım. Soramadım da; bu dünyada en çok neyin değişmesini isterdin, diye.
Ah kıvırcık saçlı güzel yüzlü çocuk, adını bile soramadım ki sana.
Ah bu bıkkınlığım…
Ah bu yorulmuşluğum...
Her yorulduğumda yaptığım gibi dalmıştım oysaki denize. Ayaklarım götürmüştü beni o masmavi köpük köpük denizin kıyısına. Yine dalgalarıyla sarmıştı bedenimi ve yine karışmıştı gözyaşlarım sularına. Olur muydu her deniz böyle. Olurdu. Deniz bambaşka bir duyguydu. Ama denizsiz memlekette denize dalıp çıkınca böyle olmamalıydım. Daha erken açabilmeliydim sana gözlerimi.
O kıvırcık saçlarını okşayacak gücüm olmalıydı.
Keşke o kısacık an şimdi yaşansaydı be çocuk.
Adını soramadım, sorumu da...
Ama senin adın umut olsun çocuk…

Senden, benden vaz’geçtiğini söyleyenlere inat, senin adın umut olsun! 

2 Nisan 2014 Çarşamba

DAR AYAKKABIYLA YAŞAMAK!

Bölük pörçük anılarımda annemin beni elimden tutup tiyatroya götürdüğünü hayal meyal anımsıyorum. Çocuk rüyalarımda uçsuz bucaksız bir denizi yararak Nuh'un gemisinde pek çok karakterin gelişini, hiç tanımadığım hayatların kulaklarımda uğuldayan seslerini, şimdi daha iyi görüp duyabiliyorum.

Küçüktüm ve kocamandı dünya hayallerimde...
Benimdi, dünyamdı, pek çok insan, pek çok hikaye vardı...
Ama neden sonra; ben büyüdüm, dünyamsa küçüldü ve hayallerimle birlikte kırıldı gönlüm.
Oynayamasam da pek çok oyun izledim, daha da güzeli tamir ettim kırılan hayallerimle birlikte gönlümü.
Yıllar geçti, üniversiteye gittim, tekrar sahneye çıktım, oynadım, izledim, alkışlandım, alkışladım... Ama kendi içimde gönül borcum olan Eskişehir'deki oyunları takip etmekten hiç vazgeçmedim, izleyemesem bile...
Not düştüm gitmem gerekenlere... 
Gözü Kara Alaturka, Kaç Baba Kaç, Keşanlı Ali Destanı ve Palto...
Döndüğümde artık hiçbiri oynanmıyordu sahnelerde.
Yeni oyunlar geliyordu ve ben hayıflanıyordum izleyemediklerime. 
Çok geçmeden Eskişehir yine uslanmaz bir çocuk misali ceplerinde taşıdığı o sihirli dünyayla gönlümün parçalarını toplamaya başladı. 1 yıl boyunca beklemiş olduğum Sidikli Kasabası'nı, 2 yıl bekleyip de umudu kestiğim ve en önden izleyebildiğim Hüzzam'ı ve izleyemesem de oyuncusuyla artık bir merhabam olan Palto'nun sıcaklığını sundu bana...

Bu memlekette onca şey yaşansa bile gördüğüm her güler yüzde, güzel yürekli insanların, fikir Robin Hood'larının hâlâ var olduğunu ve savaşıyor olduklarını görebilmek beni teselli ediyor.

Oysa, ben küçük şeylerden mutluluk oyunlarımı halen daha sürdürürken sadece 2 gün önce aynı gülen yüzlerin de benim gibi ağlayamadıklarını gördüm.

Sistemin adeta bir böcek ilacı gibi üzerimize sıkılmışlığı, anadan üryan pespayeliği,seviyesizliği…
Haksızlığın oyunuydu yine sahnedeki…
İklimi, coğrafyası, milliyeti... Her bir haltı farklı olan bir insanın yaşadıkları bizim yaşadıklarımızdan hiçte farklı değildi.
Ve her zaman olduğu gibi tüm o kalabalık sadece izliyordu olup bitenleri.
Başka ne yapılabilirdi ki?!

Zaten onca insanın arasında hep bir kaç deli değil miydi bir şeyler yapmaya çalışan?

Oyun bittiğinde bedeninden büyük kalbinin varlığına inanmak istediğim yepyeni bir insana daveti için teşekkür edebildim mi, hatırlayamıyorum, ama anlayan için iyi ve anlamlı bir oyun olduğunu söyleyebildim sanırım.

Yol boyu içime işleyen soğuğun havadan değil de cahil olamayışımdan olduğunu anladığımdaysa dudaklarımdan dökülen bir kaç parça sözden daha fazlası olmadı:
Artık çok geç!
Artık cahil olabilmek içinde, mutlu olabilmek içinde çok geç…
Belki de bunun için anneme kızmalı ya da şükranlarımı sunmalıyım. Bilemiyorum.

Sanal bir dünyadan gelen küçücük bir bilet, küçücük bir mutluluk ve yine aynı küçük biletin suratımın orta yerine indirdiği bu kocaman şaplak. Oysa kimileri için önemsiz, küçük ayrıntılar bazıları için nasıl da önemli şeylere dönüşüyorlar…

Salonun karanlığında havada asılı kalan üç beş kelimeden arda kalan ben ise şimdi daha da mutsuzum.
Oyundan mı?
Hayır!
Beni asıl mutsuz eden şey anadan üryan haliyle karşıma çıkan gerçekler...
Dar olan hiçbir şeyle yaşanmayan şu koca dünyada; 
Dar bakışlar, dar kafalar, dar zihniyetler...
'MUTLU'  yaşayabilmenin adresleri…
İster kabul et, istersen etme...

Yine de aramızda kalsın, bu yazıyı sabredip buraya kadar okuduysan:
Zaten çoktan mutsuzluğun kapısını aralamışsındır, ya saman kokulu bir kitapla ya  şairi mimli şiirlerle veyahut sonradan yasaklanmış bir tiyatro oyunuyla... Belkide bir sazla, sözle.
Hiç farketmez.
Ama geçmiş olsun ve yeniden hoş geldin: Umudu aradığın karanlık dünyaya…

***