26 Ocak 2016 Salı

KENDİNE YENİ BİR SEN Mİ LAZIM?



Amman nazarlar değmesin, tütütütü maşallah, elem tere fiş kem gözlere şiş!
Tahtalara vurun, poponuzu kaşıyın!
Bugünlerde keyfim epey yerinde.

Küçük şeylerle mutlu olmayı becerebilen insan, sevdiği bir yazarla tanışıp, kitaplarını imzalatmaktan, yine sevdiği bir sanatçının konserine gitmekten (ücretsiz;)), arkadaşlarıyla hoşbeş edip istediği oyunları, filmleri izliyor olabilmekten neden keyif alıp, mutluluk duymasın ki!
Benim ayaklarım yerden kesilmiş durumda :)

Teknoloji çağında telefonu kırıldı diye yaygara koparmayan kaç kişi kaldık şu dünyada?!
Evet, telefonum kırıldı. Hem de ben kahkahalarımı arkası arkasına sıralarken oldu bu elim kaza… Ama çok da önemsemedim, ta ki telefonumu ucuza tamir ettiremeyeceğimi öğrenene kadar. İşte o an dedim ki; bu telefonun ardından bir soğuk su şart!

Yaz deftere, yazın içersin!

Yarım milyonluk tamirler, milyonluk telefonlar!
Ne yapıyoruz biz kuzum.
Oysa 3-5 bilemedin 10-20 liraya mutlu olmayı pekala becerebiliyoruz…
Neden bunca koşturmaca?

Şimdilerde Nil Ablamla yeniden buluştum (Karaibrahimgil).
Dur, hemen heyecanlanma!
Şahsen tanımıyorum kendisini, sesine, sözüne kulak verdim.

Daha erken kalkıyorum yataktan, daha çok iş için uğraşıyorum. Haa bir de kendi paramı kazanmak için iş arıyorum. Aşkla yapacağım yapamasam dahi aşka çevireceğim bir iş.

Sonra, hayallerimde eksilen köşelere yenilerini inşa ediyorum.
Güney Kore hayalimden sonra ciddi bir hayali boşluğa düştüm doğrusu.
Hayallerini gerçekleştirebilenlerin en büyük sorunu bu!
Biraz sancılı olsa da güzel bir evre!
Yeniden hayal etmeye çalışmanın zorluğu… Hatta hayallerine inanmanın desek sanıyorum daha doğru olur!
Bunu yaparken, yığdım tüm gerçeklerimi önüme ve gerçekliklerimle başladım hayallerimi yeniden inşa etmeye. Kore’den çıkardığım derslerle!

Yarı zamanlı işten ve harçlıklarımdan biriktirdiklerimin yanına kazandığım bileti de ekledik mi, ailemin ekonomisini yarı yarıya hafiflettim diyebiliriz. Olmasalardı bende başaramayabilirdim! Fakat sakın ümitsizliğe kapılmayın: Pek çok kez düşündüm de biraz daha çalışsam kendi paramla da başarabilirmişim.
Eğer tek sorununuz paraysa…
İmkansız değilmiş, gördüm!
İnanın, gitmek zor değil, sadece biraz emek ve belki şans işi.
Öyle çalışmak falan zor mesele değil, yeter ki sen gurur yapma, çalışmayı iste!
Vay efendim yüksek mühendisim, doktorum, avukatım demeden!
Hayallerin için çalış!
Ama ille de mesleğimi yapacağım diyorsan; daha çok çalış :)

Çevrendeki insanlara inandır kendini, hayallerini… O zaman onların desteğini de aldın mı arkana, bak gör nasıl giriyor işler yoluna :)

Bana kalırsa bir dili kesinlikle öğren. O zaman işler değişiyor. Hayata bakışın değişiyor. Dünyanın 4 bir köşesinden insanla buluşup, yepyeni denizler, okyanuslar keşfediyorsun. İnsanoğlunun aynılıklarını ve kültürlerin farklılıklarını keşfediyorsun. Yetmiyor, arkadaşlar, evler ediniyorsun. Misafir olmak, misafir ağırlamak istiyorsun.

Keşfet!
Hemen şimdi yap bunu!
Kapat bu yazıyı ve bulunduğun şehirde yeni bir yer keşfet!
Yeni bir şarkı, blog, gazete dergi, lokanta, kafe, müze, sanat galerisi, tiyatro oyunu…
Yeni bir tat, yeni bir koku, yeni insanlar…
Yeni bir şeyleri keşfet!
Dene!
Korkma!

Emin ol, sende yenileneceksin ;) 

4 Ocak 2016 Pazartesi

KEŞFE GİDEN YOLCULUK

Bir insan hiç bilmediği, hiç görmediği hatta belki de hiç göremeyeceği bir ülkeyi neden sever?
193 ülkenin ben buradayım dediği haritaya şöyle bir bakıyorum da; küçücük bir ülke. Koskoca Çin’in, Rusya’nın yanında dikkat etmesen görünmeyecek kadar küçük. İyi ama bu küçük ülke benim küçücük kalbimde neden bu denli büyük bir yere sahip? Onca toprak parçasının içinde neden bana göz kırpıyor ve ben buradayım diyor?
Oysa çocukluğumdan bu yana kitaplarla, filmlerle gezdim dünyayı, Latin Amerika’dan Afrika’ya, soğuk Rus topraklarından Yağmur Ormanları’na… Venedik’te sandal keyfi, Fransa’da Paris romantizmi… Onca insan tüm bunların hayaliyle iç çekerken ben, Seul’un ara sokaklarını, şehrin ortasında Buda’yı, geleneksel evlerinde kaybolmayı, Han Nehri’nde gezintileri ve Japon Denizi’nde gün batımını izlemeyi hayal ediyorum. İngilizce öğrenmek için açtığım tüm dizileri yarıda bırakıp, hikâyelerin ilk üç sayfasından sonrasını merak etmiyorum. Çünkü biliyorum! Sevmiyorum tek gecelik aşklarını, aldanışlarını, beylik laflarını. Çocuk olmayacak kadar büyük, büyümeyecek kadar çocuğum ve gerçek samimiyeti Kore filmlerinde, dizilerinde arıyorum. Evet, buluyorum da. Tıpkı eski Türk filmlerinde bulduğum gibi.
Tüm bunlar olup biterken hemen sonra bambaşka bir dünya keşfediyorum!
Aynı benim gibi, aynı bizim gibi; köyleri olan, türküleri olan bir başka yer. Bir torun görüyorum dedesini selamlarken ve dedemi hatırlıyorum elini öperken. Kurutulmuş mahsullerin başında anneannem gibi bir yaşlı kadın… Bir başka film karesinde ailece yemek yiyen insanları görüyorum; dizlerini büküp ayakları üzerine oturan,  aynı kaptan yemek yiyen insanları; köyümde bağdaş kurup oturduğum yer sofrasında aynı kaptan içtiğim çorba gibi. Ben gibi, biz gibi…
Neden sonra yanımda beliren insanların tüm Asya halklarını birbirine benzetmelerinin çok büyük bir yanılgı olduğunu fark ediyorum. Tüm o insanların gözlerinde görüyorum: Her birinin hikâyesinin farklı, hayallerinin bambaşka olduğunu. Öyle ki 72 milletten insanın var olduğu ülkeme verilecek bir ders gibi 50 milyon farklı hikâyeyle karşılaşıyorum.
Bu aynılıklar içinde farklılıkları keşfediyorum: Dillerindeki cenneti, dünyayı, insanı simgeleyen harfleriyle evreni ne kadar da çok sevdiklerini, onlardan öğrenmem gereken çok şey olduğunu, yeniden keşfediyorum. Tavşankanı çayımın buharıyla beliren hayallerimde yeşil çayın tazeliğine aldanamadan düşünüyorum tadını. Yemeklerindeki acıyı merak ederken buluyorum kendimi. Bir gün diyorum. Acaba bir gün, yaşadığım bu topraklarda da mümkün olur mu bir erkeğin ayakkabılarını bir kadınla değişmesi? Hem de sokak ortasında! Tüm bunları ve bilmediğim, göremediğim bu dünyayı hayallerimle keşfe çıkıyorum. Aslına bakılırsa içten içe çok farklı yanlarımızın olduğunu biliyorum veya bana öğretilenler nezdinde farklı olması gerektiğini düşünüyorum. Ne de olsa her iklimin kendine özgü yağmurları var kavrulmuş yüreklerin ateşini söndüren, bambaşka melodilerle uğuldayan ve toprağı savuran rüzgârları var. Gökkuşağı'nın renkleri her yerde aynı diye her coğrafyada aynı mı sanki. Peki ya her insanda bıraktığı duygu? Bütün bunlar neden aynı olsun ki?
Kendime olan yolculuğum bitmemişken yeniden ve yeniden adım atıyorum bu ülkeye; hayallerimde, kitaplarımda, araştırmalarımda… Ve düşünüyorum sevgi denen şeyin gerçekten bir nedeni olabilir mi diye. Sevmek için ille de bir neden ararken aynada gözlerimle karşılaşıyorum; gözlerimde yanan fer aydınlatıyor ruhumu ve zihnimi: Sevmek için neden aramak, sevmek için zorlamaktır yüreği. Seversin sadece! Sevmenin nedensizce olduğuna inanarak… 
Öylece seversin.