4 Ocak 2016 Pazartesi

KEŞFE GİDEN YOLCULUK

Bir insan hiç bilmediği, hiç görmediği hatta belki de hiç göremeyeceği bir ülkeyi neden sever?
193 ülkenin ben buradayım dediği haritaya şöyle bir bakıyorum da; küçücük bir ülke. Koskoca Çin’in, Rusya’nın yanında dikkat etmesen görünmeyecek kadar küçük. İyi ama bu küçük ülke benim küçücük kalbimde neden bu denli büyük bir yere sahip? Onca toprak parçasının içinde neden bana göz kırpıyor ve ben buradayım diyor?
Oysa çocukluğumdan bu yana kitaplarla, filmlerle gezdim dünyayı, Latin Amerika’dan Afrika’ya, soğuk Rus topraklarından Yağmur Ormanları’na… Venedik’te sandal keyfi, Fransa’da Paris romantizmi… Onca insan tüm bunların hayaliyle iç çekerken ben, Seul’un ara sokaklarını, şehrin ortasında Buda’yı, geleneksel evlerinde kaybolmayı, Han Nehri’nde gezintileri ve Japon Denizi’nde gün batımını izlemeyi hayal ediyorum. İngilizce öğrenmek için açtığım tüm dizileri yarıda bırakıp, hikâyelerin ilk üç sayfasından sonrasını merak etmiyorum. Çünkü biliyorum! Sevmiyorum tek gecelik aşklarını, aldanışlarını, beylik laflarını. Çocuk olmayacak kadar büyük, büyümeyecek kadar çocuğum ve gerçek samimiyeti Kore filmlerinde, dizilerinde arıyorum. Evet, buluyorum da. Tıpkı eski Türk filmlerinde bulduğum gibi.
Tüm bunlar olup biterken hemen sonra bambaşka bir dünya keşfediyorum!
Aynı benim gibi, aynı bizim gibi; köyleri olan, türküleri olan bir başka yer. Bir torun görüyorum dedesini selamlarken ve dedemi hatırlıyorum elini öperken. Kurutulmuş mahsullerin başında anneannem gibi bir yaşlı kadın… Bir başka film karesinde ailece yemek yiyen insanları görüyorum; dizlerini büküp ayakları üzerine oturan,  aynı kaptan yemek yiyen insanları; köyümde bağdaş kurup oturduğum yer sofrasında aynı kaptan içtiğim çorba gibi. Ben gibi, biz gibi…
Neden sonra yanımda beliren insanların tüm Asya halklarını birbirine benzetmelerinin çok büyük bir yanılgı olduğunu fark ediyorum. Tüm o insanların gözlerinde görüyorum: Her birinin hikâyesinin farklı, hayallerinin bambaşka olduğunu. Öyle ki 72 milletten insanın var olduğu ülkeme verilecek bir ders gibi 50 milyon farklı hikâyeyle karşılaşıyorum.
Bu aynılıklar içinde farklılıkları keşfediyorum: Dillerindeki cenneti, dünyayı, insanı simgeleyen harfleriyle evreni ne kadar da çok sevdiklerini, onlardan öğrenmem gereken çok şey olduğunu, yeniden keşfediyorum. Tavşankanı çayımın buharıyla beliren hayallerimde yeşil çayın tazeliğine aldanamadan düşünüyorum tadını. Yemeklerindeki acıyı merak ederken buluyorum kendimi. Bir gün diyorum. Acaba bir gün, yaşadığım bu topraklarda da mümkün olur mu bir erkeğin ayakkabılarını bir kadınla değişmesi? Hem de sokak ortasında! Tüm bunları ve bilmediğim, göremediğim bu dünyayı hayallerimle keşfe çıkıyorum. Aslına bakılırsa içten içe çok farklı yanlarımızın olduğunu biliyorum veya bana öğretilenler nezdinde farklı olması gerektiğini düşünüyorum. Ne de olsa her iklimin kendine özgü yağmurları var kavrulmuş yüreklerin ateşini söndüren, bambaşka melodilerle uğuldayan ve toprağı savuran rüzgârları var. Gökkuşağı'nın renkleri her yerde aynı diye her coğrafyada aynı mı sanki. Peki ya her insanda bıraktığı duygu? Bütün bunlar neden aynı olsun ki?
Kendime olan yolculuğum bitmemişken yeniden ve yeniden adım atıyorum bu ülkeye; hayallerimde, kitaplarımda, araştırmalarımda… Ve düşünüyorum sevgi denen şeyin gerçekten bir nedeni olabilir mi diye. Sevmek için ille de bir neden ararken aynada gözlerimle karşılaşıyorum; gözlerimde yanan fer aydınlatıyor ruhumu ve zihnimi: Sevmek için neden aramak, sevmek için zorlamaktır yüreği. Seversin sadece! Sevmenin nedensizce olduğuna inanarak… 
Öylece seversin.

                                                                                  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder