6 Eylül 2013 Cuma

Coğrafya kaderdir.[1]


Yıllara meydan okuyan Anadolu’m da kaderime ortak çıkan milyonlarca insan var.

Ne garip…

Oysa milyonların içinde zaman zaman yalnız hissediyorum kendimi.

Son zamanlar hariç tabii…

Eylemler, söylemler, eller kenetlenince birbirine, yalnız olmadığımı hissettim ve hâlâ güzel şeylerin olduğunu gördüm güzel ülkemde. Kötülüklere inat Tanrı’nın umut dağıttığına şahitlik ettim. Ama burada durmalıyım. Çünkü konumuz tam olarak bu değil.

Konumuz yazı, insan ve kader arasındaki ilişki…

“Düşününce, yazı pek de doğal bir şey değil. Büyük büyük atalarımızın icadı. Yani uçmak gibi doğamızda olmayan bir şey ve tıpkı uçmaktan korkulduğu gibi yazılardan, yazı yazandan da korkuluyor.” (Serenad)

Komik değil mi? Ama durun! Size daha komik bir şey söyleyeyim:
Artık herkes “yazıyor”.

Twitter’a, Facebook’a ya da özel bloglara…

Yazıyor mu? Yazıyor.

Artık herkesin kaderi yazmak, anlatmak, içini dökmek, sesini duyurmak:
Geçmişten geleceğe…

Her harfle birlikte korkunun üzerine gidiyoruz adeta ve yazmaya öyle ya da böyle devam ediyoruz. Ya da belki kanıtlanamamış bir doğanın, içten gelen bir güdünün esaretinde yapıyoruz tüm bunları. Kalemi ya da bilgisayar tuşlarını hissettikçe parmak ucumuzda, en keskin kılıçla ovalara dökülen şövalyeler gibi asilleşiyoruz kendi içimizde…

Böyle olunca da hiç bir şey yazının gücünü inkâr ettiremiyor: Kilometrelerce uzak kentlerde, köylerde, kasabalarda yaşayan insanların fikirlerini, hayallerini, kelimelerini ellerimizde tutuyoruz.
Ya da görmediğimiz, duymadığımız ama bildiğimiz, inandığımız Allah’ın kelamını “para”yla satın alıyoruz evlerimize…

Ahh gözünü sevdiğimin kapitalizmi; sen nelere kadirsin.

Kitaplığımda beni bekleyen bir dostla buluştum geçenlerde… Kilometreler kadar uzak ama kelimeler kadar da yakın bir dost, bir hoca, bir idolle… Zülfü Livaneli’yle… Serenad’ının 367. Sayfasında yazı ve insan ilişkisiyle ilgili bir şeyler anlatmıştı ve bende bunları düşündüm işte.

Kaderimi paylaştığım şu topraklarda, denizlerde ne çok şey olduğunu ve bilmediğimi öğrendim. İnsafsızca insanların nasıl ölüme terk edildiğini okudum ve şaşaladım kaldım işte. Sonra dedim kendi kendime:
Ey benim güzel ülkem…
Güzellik uykusunda güzelliğini kaybeden yegânem... Ne hikâyeler yatarmış derininde de biz bilmezmişiz. Meğer bereketli olasın diye kaç insanın kanına gözyaşı karışmış.

Ahh ahh… İçim hâlâ buruk okuduklarım yüzünden.

Dinleri, dilleri, milliyetleri fark etmeksizin kaç genç kız ve oğlan hayallerini, umutlarını gömmüş Anadolu’nun çorak topraklarına biz bilmeden…

Ve daha nice Ali’ler, Ethem’ler, Mehmet’ler, Abdullah’lar, Can’lar gömülüyor senin bağrı yanık, suya susamış topraklarına... 

Biz güzelliğinin uykusunda sarhoşken…




[1] İbn-i Haldun

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder