Yıllara meydan okuyan Anadolu’m da kaderime ortak
çıkan milyonlarca insan var.
Ne garip…
Oysa milyonların içinde zaman zaman yalnız
hissediyorum kendimi.
Son zamanlar hariç tabii…
Eylemler, söylemler, eller kenetlenince birbirine,
yalnız olmadığımı hissettim ve hâlâ güzel şeylerin olduğunu gördüm güzel
ülkemde. Kötülüklere inat Tanrı’nın umut dağıttığına şahitlik ettim. Ama burada
durmalıyım. Çünkü konumuz tam olarak bu değil.
Konumuz yazı, insan ve kader arasındaki ilişki…
“Düşününce, yazı pek de doğal bir şey değil. Büyük
büyük atalarımızın icadı. Yani uçmak gibi doğamızda olmayan bir şey ve tıpkı
uçmaktan korkulduğu gibi yazılardan, yazı yazandan da korkuluyor.” (Serenad)
Komik değil mi? Ama durun! Size daha komik bir şey söyleyeyim:
Artık herkes “yazıyor”.
Twitter’a, Facebook’a ya da özel bloglara…
Yazıyor mu? Yazıyor.
Artık herkesin kaderi yazmak, anlatmak, içini
dökmek, sesini duyurmak:
Geçmişten geleceğe…
Her harfle birlikte korkunun üzerine gidiyoruz adeta
ve yazmaya öyle ya da böyle devam ediyoruz. Ya da belki kanıtlanamamış bir
doğanın, içten gelen bir güdünün esaretinde yapıyoruz tüm bunları. Kalemi ya da
bilgisayar tuşlarını hissettikçe parmak ucumuzda, en keskin kılıçla ovalara
dökülen şövalyeler gibi asilleşiyoruz kendi içimizde…
Böyle olunca da hiç bir şey yazının gücünü inkâr ettiremiyor:
Kilometrelerce uzak kentlerde, köylerde, kasabalarda yaşayan insanların
fikirlerini, hayallerini, kelimelerini ellerimizde tutuyoruz.
Ya da görmediğimiz, duymadığımız ama bildiğimiz,
inandığımız Allah’ın kelamını “para”yla satın alıyoruz evlerimize…
Ahh gözünü sevdiğimin kapitalizmi; sen nelere
kadirsin.
Kitaplığımda beni bekleyen bir dostla buluştum
geçenlerde… Kilometreler kadar uzak ama kelimeler kadar da yakın bir dost, bir
hoca, bir idolle… Zülfü Livaneli’yle… Serenad’ının 367. Sayfasında yazı ve
insan ilişkisiyle ilgili bir şeyler anlatmıştı ve bende bunları düşündüm işte.
Kaderimi paylaştığım şu topraklarda, denizlerde ne
çok şey olduğunu ve bilmediğimi öğrendim. İnsafsızca insanların nasıl ölüme
terk edildiğini okudum ve şaşaladım kaldım işte. Sonra dedim kendi kendime:
Ey benim güzel ülkem…
Güzellik uykusunda güzelliğini kaybeden yegânem... Ne
hikâyeler yatarmış derininde de biz bilmezmişiz. Meğer bereketli olasın diye
kaç insanın kanına gözyaşı karışmış.
Ahh ahh… İçim hâlâ buruk okuduklarım yüzünden.
Dinleri, dilleri, milliyetleri fark etmeksizin kaç
genç kız ve oğlan hayallerini, umutlarını gömmüş Anadolu’nun çorak topraklarına
biz bilmeden…
Ve daha nice Ali’ler, Ethem’ler, Mehmet’ler,
Abdullah’lar, Can’lar gömülüyor senin bağrı yanık, suya susamış topraklarına...
Biz güzelliğinin uykusunda sarhoşken…
Biz güzelliğinin uykusunda sarhoşken…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder