1 Eylül 2013 Pazar

Herkese yeniden merabalar...


MRB...

Doğada ve biz insanların hayatında her şeyin bir zamanı vardır. Ekin zamanı, hasat zamanı, doğum zamanı, okul zamanı… Şimdi de TİYATRO ZAMANI!

 “Oyun, kültürden daha eskidir.” der Huizinga.

 İnsan, ana rahmine düştüğü andan itibaren oyunu, oynamayı bilen bir varlıktır. Eminim ki herkes küçükken hastalık yalanı oyununu oynamıştır. Her kadın küçüklüğünde evcilik oynayıp, şakacıktan anne olmuştur. Çoğu erkekte bir mahalle maçında attığı tek bir golde kendini ünlü bir futbolcu sanmıştır. Oyunlarımızı ve çocukluğumuzu büyüdükçe ulaşılmaz tenhalarımızda yalnızlığa ve karanlığa terk ederiz. Oysa ne güzeldir küçüklüğümüzdeki oyunlar. 

Hep tadı damağımızda kalsa da kendimizden geçirip adeta yepyeni, sadece bize ait olan bir Dünya sunmuşturlar. Hayallerimiz, anlıkta olsa, ete kemiğe bürünüp bizlerin olmuştur; hiç olamadığımız ve belki de olamayacağımız kadar özgürleşmişizdir. 

Annelerimiz bizi çağırana dek ne büyük şevkle oynanır o oyunlar. Akşam olup yemek vakti geldiğinde, hep “Geç olmuştur” ve eve gidişin ilk resmî adı tiz sesli bir kadının dudaklarından dökülmüştür bile. Neden ve nasıl geç olduğunu, saat kavramını bilmeyen bizler, bir ömrü sahte ve hayali bir bedende tüketmişizdir.

İşte benimde tiyatroya başlamama vesile olan şeyler bunlar. Sizlerden daha farklı değil. İlk izlediğim oyunu hatırlamasam da sahnenin ilk tozunu sizin gibi çocuk oyunlarımda tattım. Sonra da kendimi sahne denen o büyülü yerde buldum. Kendimi ve çocuk denebilecek o yaşlarda kendimce büyük dertlerimi unuttum. Büyüdükçe… Diyemeyeceğim. Çünkü içimdeki çocuk hâlâ yaşıyor. Üniversite son sınıf öğrencisi olmam da bu gerçeği değiştirmiyor. Bundan böyle sizlerle “TİYATRO”yu ve dolayısıyla da hayatı paylaşacağız.

Neden mi tiyatro?

 Koordinatları çizilmiş hayatlar ve hiçbir koordinatla yeri saptanamayan hayatlar vardır. Hiç ummadığınız bir biçimde sınırları çizilmiş zannedilen sahnede çakışabilirler.  Orada hiç olamayacağınız insanlar olursunuz, izlerken belki de hayatınız da hiç şahit olamayacağınız olaylara şahit olursunuz, söyleyemediklerinizi orada söylersiniz ve işitemeyeceklerinizi orada işitirsiniz. “Ne var, sinemada da bunları görebiliriz, kitaplardan okuyabiliriz.” diyebilirsiniz. Hatta “İstediğim zaman filmi durdururum, kitabı bırakırım.” da diyebilirsiniz. Hatırlamak için tekrarlaya da bilirsiniz. İşte tamda bu nokta da tiyatro, hayatı yansıtan bir aynadır. Olmadık bir şey olabileceği gibi, ona, yani tiyatroya müdahale edemez ve onu durduramazsınız. Size yansıtılan bir hayatın verdiklerini paylaşırsınız. Tıpkı hayatın size sundukları gibi… Hayatı olduğu gibi tiyatroyu da geri saramazsınız. Bazen bir gözyaşını paylaşırsınız. Duyulması güçtür ama şaşılası bir hayal gücüyle o gözyaşındaki tuzun burnunuzu yakabilen o kokusunu duyabilirsiniz ve o an yalnızca bir kere yaşanabilir.
         Hayat tüm hızıyla ve olağancalığıyla akarken, bir an durup, dönen dünyaya bakabilirsiniz. Dünyanın sadece döndüğünü değil, o dünyanın içinde yaşadığınızı tekrar tekrar hissedebilirsiniz. 

Shakespeare’in de dediği gibi “İnsanı, insana, insanla, insanca” anlatabilirsiniz.

Gelişen ve değişen dünyamızda maalesef ki benim gibi çok konuşanlara ya da uzun yazılara pek rağbet gösterilmiyor. Zaman kısa filmlerin, kısa boyların, remi(ni)ks şarkıların ve kısa kelimelerin zamanı…

Herkese "tekrar" MRB…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder