![]() |
MRB...
Doğada ve biz insanların hayatında her şeyin bir
zamanı vardır. Ekin zamanı, hasat zamanı, doğum zamanı, okul zamanı… Şimdi de
TİYATRO ZAMANI!
“Oyun, kültürden daha eskidir.” der Huizinga.
İnsan, ana rahmine düştüğü andan itibaren
oyunu, oynamayı bilen bir varlıktır. Eminim ki herkes küçükken hastalık yalanı
oyununu oynamıştır. Her kadın küçüklüğünde evcilik oynayıp, şakacıktan anne
olmuştur. Çoğu erkekte bir mahalle maçında attığı tek bir golde kendini ünlü
bir futbolcu sanmıştır. Oyunlarımızı ve çocukluğumuzu büyüdükçe ulaşılmaz
tenhalarımızda yalnızlığa ve karanlığa terk ederiz. Oysa ne güzeldir
küçüklüğümüzdeki oyunlar.
Hep tadı damağımızda kalsa da kendimizden
geçirip adeta yepyeni, sadece bize ait olan bir Dünya sunmuşturlar.
Hayallerimiz, anlıkta olsa, ete kemiğe bürünüp bizlerin olmuştur; hiç
olamadığımız ve belki de olamayacağımız kadar özgürleşmişizdir.
Annelerimiz
bizi çağırana dek ne büyük şevkle oynanır o oyunlar. Akşam olup yemek vakti
geldiğinde, hep “Geç olmuştur” ve eve gidişin ilk resmî adı tiz sesli bir
kadının dudaklarından dökülmüştür bile. Neden ve nasıl geç olduğunu, saat
kavramını bilmeyen bizler, bir ömrü sahte ve hayali bir bedende tüketmişizdir.
İşte
benimde tiyatroya başlamama vesile olan şeyler bunlar. Sizlerden daha farklı
değil. İlk izlediğim oyunu hatırlamasam da sahnenin ilk tozunu sizin gibi çocuk
oyunlarımda tattım. Sonra da kendimi sahne denen o büyülü yerde buldum. Kendimi
ve çocuk denebilecek o yaşlarda kendimce büyük dertlerimi unuttum. Büyüdükçe… Diyemeyeceğim.
Çünkü içimdeki çocuk hâlâ yaşıyor. Üniversite son sınıf öğrencisi olmam da bu
gerçeği değiştirmiyor. Bundan böyle sizlerle “TİYATRO”yu ve dolayısıyla da
hayatı paylaşacağız.
Neden
mi tiyatro?
Koordinatları çizilmiş hayatlar ve hiçbir koordinatla yeri
saptanamayan hayatlar vardır. Hiç ummadığınız bir biçimde sınırları çizilmiş
zannedilen sahnede çakışabilirler. Orada
hiç olamayacağınız insanlar olursunuz, izlerken belki de hayatınız da hiç şahit
olamayacağınız olaylara şahit olursunuz, söyleyemediklerinizi orada söylersiniz
ve işitemeyeceklerinizi orada işitirsiniz. “Ne var, sinemada da bunları görebiliriz,
kitaplardan okuyabiliriz.” diyebilirsiniz. Hatta “İstediğim zaman filmi
durdururum, kitabı bırakırım.” da diyebilirsiniz. Hatırlamak için tekrarlaya da
bilirsiniz. İşte tamda bu nokta da tiyatro, hayatı yansıtan bir aynadır. Olmadık
bir şey olabileceği gibi, ona, yani tiyatroya müdahale edemez ve onu
durduramazsınız. Size yansıtılan bir hayatın verdiklerini paylaşırsınız. Tıpkı
hayatın size sundukları gibi… Hayatı olduğu gibi tiyatroyu da geri
saramazsınız. Bazen bir gözyaşını paylaşırsınız. Duyulması güçtür ama şaşılası
bir hayal gücüyle o gözyaşındaki tuzun burnunuzu yakabilen o kokusunu duyabilirsiniz ve o an
yalnızca bir kere yaşanabilir.
Hayat tüm hızıyla ve olağancalığıyla akarken, bir an durup, dönen dünyaya bakabilirsiniz. Dünyanın sadece döndüğünü değil, o dünyanın içinde yaşadığınızı tekrar tekrar hissedebilirsiniz.
Hayat tüm hızıyla ve olağancalığıyla akarken, bir an durup, dönen dünyaya bakabilirsiniz. Dünyanın sadece döndüğünü değil, o dünyanın içinde yaşadığınızı tekrar tekrar hissedebilirsiniz.
Shakespeare’in de dediği gibi “İnsanı, insana,
insanla, insanca” anlatabilirsiniz.
Gelişen
ve değişen dünyamızda maalesef ki benim gibi çok konuşanlara ya da uzun
yazılara pek rağbet gösterilmiyor. Zaman kısa filmlerin, kısa boyların,
remi(ni)ks şarkıların ve kısa kelimelerin zamanı…
Herkese "tekrar" MRB…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder