3 Eylül 2013 Salı

Değmeyin keyfime…


16 Haziran 2012

Bu yazıyı siz okumadan çok önce yazıyorum!

Bu satırlar okunurken ben çok uzak diyarlarda olmasam da muhtemelen yepyeni bir sayfanın ilk harflerini bilindik bir kalemle karalıyor olacağım.

Fonda Mabel Matiz ve ben son birkaç gündür yeni günlerimde değil eski günlerimde yaşıyorum. İçimde bir burukluk, omuzlarımda gereksiz bir yorgunluk, aklımı kurcalayan onca soru ve bunlara rağmen kafamı meşgul etme çabalarım…

Şehir giderek ıssızlaşıyor!

Ben de gidince hepten yalnız kalacak anılarımız. Sokaklarda yeni ayak izleri var ve ben eskilerini bulmak için çırpınıyorum. Bu yazıyı bu denli önce yazıyorum çünkü sonra zamanımın olmamasından korkuyorum.

Yine toplanacak tüm eşyalar…

Duvarlarımda anılarımın toz tutmuş rengini yıllardır çıkarmadığım posterlerden anlayacağım. İnsanın sökesi gelmiyor o posterleri. Gözüm kitaplığa ilişiyor. Ne kadar da çok kitap var. Tozlarını geçtiğimiz yıl almıştım. Tam 3 koca günümü almıştı her birini tek tek temizlemek, ardından yaşadığım alerji krizinin süresi de cabası… Bunca kitabı kaldırmak zor iş! Kim uğraşacak şimdi bununla? Hıhh… Küçük bir tebessüm: Alaylı ve özlem dolu… Odama her gelenin kitaplığıma hayran kalıyor olmasına karşı şimdi yüzümde kalan bu. Hepsini okusam içim yanmayacak.

Evdeki odalar bir bir boşalıyor, sesim boş koridorda yankılanıyor ve ben gidiyorum. Yıllardır gideceğimi bilmeme rağmen çokta metanetli olamıyorum. Gaip bu sefer galip gelecek ve eskinin sesi kulağımda… Şimdi her şey bir anı… Oysa bu evde ne çok şey yaşandı. Geldiğim de bir çocuktum ve şimdi koca bir kız oldum.

Tilki misali dönüp dolaşıp geldiğim yere geri dönüyorum ama ne ben artık eski benim ne geldiğim yer eskisi gibi… Her şey gibi o da değişti. Yıllardır gidenlerin ardından bakan ben, şimdi temelli gidiyorum.
Yüreğime onca şeyi sığdıramadan hem de…

Yüreğimizin bedenimizden büyük olduğunu söyleyen bir dostun kazanıldığını hatırlayıp aynı alaycı gülümsemeyi takınıyorum. Bu şehre gelirken o ve onun gibilerin kazanılacağını hiç hesaba katmayan o küçük kızla dalga geçiyorum şimdi. Ve sanırım artık gerçekten gidiyorum.

Ne çok hayata dokundum şu küçücük şehirde…

Şimdi anlıyorum ki olay mekânın darlığında değil bizim mekânı dar görüşümüzdeymiş. Taşı toprağı altın olan İstanbul, Ankara, İzmir değilmiş de içindeki dostlarmış, insanlarmış aslolan. Gittiğimde tanıdık çehrelerin koşar adımla açacağı kapının arkasına gizlenmenin hayaliymiş altın değerinde olan. Marmaris’te 5 yıldızlı otel keyfi yerine bir hoş sohbetle Türkçemize yeni kelimeler kazandırabilmenin dayanılmaz keşfiymiş toprak gibi bereketli olan. 

Damağımda unutulmaz tadı bırakacak olan Amasya’nın elması, Antep’in Katmeri, Rize’nin çayı, Kars’ın hiç tatmadığım kaz eti değil artık.

Çıkacağım yolculukların ucunda bekleyen o şimdinin eski dostlarına kavuşmanın yerinden fırlayacak heyecanıymış kalbimde atacak olan. Islatacağız derken ıslanmak ve yine ıslanmanın hayalini kurmayı öğrenmem gerekliymiş. Hiç türkü sevmeyip de bir bağlamanın sesine hasret kalmam gerekliymiş. Hatta ara ara sıkılıp “Ver şu bağlamayı da ben çalayım, sen unutmuşsun görmeyeli” diyebilmenin dayanılmaz samimiyetindeymiş her şey... Köfteyi, kediyi, karameli, tahini, pekmezi, bacım kelimesini ve daha nicesini sevmeyip, bunları sevebilmenin sevdiğin insanlara lakap yapmaktan geçtiğini düşünmekmiş. Ve evet, Ah bu şarkıların gözü kör olsun demeliymiş.

Velhasıl-ı kelam, bütün bu kelimelere sığdırılamayan yılları doyasıya yaşamamız gerekliymiş. İçim de bu günlere özlemle yaşayacağıma ve bugünlerin emekçilerinden her biri telefonumu çevirdiğinde, kapımı çaldığında ağzımın kulaklarıma varacağına dair bir his var.

Öyle de olacak, eminim.

Çünkü daha geldiğimin bilmem kaçıncı ayında öğrendim: İnsana sarılmak kadar samimi bir selamlama yokmuş. Kucaklamak: Birini her şeyiyle kabul etmek kadar samimi, eksik kalbinin yanında, hemen sağında bir başka kalp atışını hissetmek kadar anlamlı her şey, ne kadar eksik olduğuna bakmadan, tamamlamaya çalışmak ve tamamlanmak için her bir canı canına katmak… Kucaklamak, birilerini her şeyiyle kabullenmenin, iyisini âlem içinde gururla söyleyip, kötüsünde dahi tek yürek olduğunun ve bunu ömür boyu kalbinin hemen yanında, sağ tarafında taşıyacağının en riyasız taahhüdüymüş…

Pek çok kucak açtım ve pek çok kucaklaşmada canıma can kattım. Zamanı geldi artık, şimdi yüreğimin hiç önüne bakmayacağını hesaba katarak ardıma bakmadan gideceğim. Oysa itiraf etmeliyim; kucaklaştığım ve sağ yanımda hissettiğim yüreklerde çok ama çok şey gördüm. Bazen kocaman odalarında kaybolurken bazen sığmayıp müsaade istedim, bazen de orda hep bir yerim olsun diye didindim durdum. Şimdi dönüp bakıyorum da kimler kimler geldi ve kimler kimler kaldı benim şu naçiz yüreğimde…
Yüreğim şimdi daha ağır, daha güçlü ve daha büyük…

Bir veda olduğu doğru… Ama bu, ne onca insana ne de şehre, tüm gidişim eskiye ve tüm varışım eskiyecek bir yeniye… Kafama estiği gibi biletimi alıp güzel ülkemin dört bir köşesinde çalacak kapılarım var ya artık.

Amaaaaan …

Değmeyin keyfime… 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder