3 Eylül 2013 Salı

Hırsız(lar) aranıyor!


  “Yalnızca bir günah vardır, tek bir günah. O da hırsızlıktır. Onun dışındaki bütün günahlar hırsızlığın çeşitlemesidir... Bir insanı öldürdüğün zaman, bir yaşamı çalmış olursun. Karısının elinden bir kocayı, çocuklarından bir babayı almış olursun. Yalan söylediğinde, birinin gerçeğe ulaşma hakkını çalarsın. Hile yaptığın, birini aldattığın zaman doğruluğu, haklılığı çalmış olursun.

Kendisine ait olmayan bir şeyi alan insan, bu ister bir can olsun isterse bir dilim nan(ekmek) adiliktir.  Çalmaktan daha kötü bir suç yoktur…”
 (Uçurtma Avcısı-Khaled Hosseini)

Geride küçük bir kırmızı balığı bırakıp bırakmadığımı görmek için aynı yerde onu arıyorum. “Sana kitap alırsam okur musun?” sorusuna umutsuzca “Okurum desem alacaksın sanki.” diyen o küçüğü arıyorum. Dakikalarca peşimde koşturduğum insanların “Arama artık şu çocuğu, çoktan gitmiştir.” demelerine rağmen sokak sokak aradığım o çocuk…
Kim bilir nerede şimdi?
Yere düşürdüğü demir paranın ayağıma kadar yuvarlandığı o anı ve başını kaldırdığında karşısında gördüğü kitaba nasıl baktığını unutmadım. Umudun tekrar yeşerdiği o an… Aynı heyecanı, şaşkınlığı, yine aynı sokaklarda arıyorum.
Çocukluklarını çalanları arıyorum ve kim olduklarını çok iyi biliyorum! Sanki hiç çocuk olmamışlar gibi davranan o kocamaaaan insanları hayretle izliyorum.

Çocukların ruhlarını konserveleyip raflarda satışa çıkartan o sözde insanları arıyorum.

Çocuklukların, çocukluklarımızın hırsızlarını arıyorum.

Farklı bir dünya değil, olması gereken dünyayı istiyorum.

Sokakta eline tutuşturulan mendilleri satmaya çalışan o çocukları daha farklı düşünmek istiyorum.                   
Yalvarırken değil gülerken görmek istiyorum her birini…


Dünyadaki tek günahın, günahkârlarını arıyorum.

Yanlışlıklar komedyasında karalanmış bir karakterim onlar gibi ve benim hayatımda da pek çok eksik var. Herkesinki kadar gedikler var ruhumda… Ama hiç biri bir çocuğun sesindeki tipi kadar şiddetli değil. Hiçbir eksik bir çocuğun sessizliği kadar soğuk ve ürkütücü değil. Hiçbiri çocukluğumu çalabilmiş değil.
Peki, ya çocuklukları çalınanlar?
Dünyanın en büyük ve bana göre tek günahının mazlumları onlar. Bu yüzden, bu yükü taşıyamayacak kadar eksikler…
Bugün, pek çok çocuk, koca koca adamların aldığı savaş kararlarına doğuyor ve o çocuklar savaşla büyüyor. İçlerinde bir yerlerde hep o barış dedikleri şeyin eksikliğini tamamlamaya ve huzurun ne olduğunu anlamaya çalışıyorlar. Ama çalışmanın ötesine gidemiyorlar. Elleri, yüzleri, en çokta gözleri kir pas içinde… Güneşe değil de bombaların kararttığı gökyüzüne uyanıyorlar, her gün. Kuş sesleri değil, kurşun sesleri vızıldıyor kulaklarında. Yeşil, mavi, sarı, turuncu… Hiçbiri yok onların gözünde.
Siyah, beyaz, gri var!
 Büyüdükçe siyaha çalan, derinleşen, kaybolan ruhları var. Hiçbir saklambaçta ebelenmiyorlar. Derine saklandıkları için değil, unutuldukları için… Ebelemeyi unuttuğumuz için…
 Sonra o çocuklar büyüyor. Hiçbir çocuğu tanıyamadan! Hiç çocuk olamadan!
Mütemadiyen ve çeşitli hikâyelerle sokaklarda, televizyonlarda, gazeteler de ve daha pek çok yerde gördüğümüz çocukların hayatı çalınırken, ne kadar günahsızım diye düşünesi geliyor insanın. Şu Nisan ayının 23’ünde ağzında koca bir kahkaha dolusu mutluluğu saçarken hayal ediyorum her birini… Nice çocuk bayramı kutlayacağımız günleri düşlüyor ve renk cümbüşünün içinde buluveriyorum kendimi.  Sadece bayramlarda değil de tüm doğan günlerde çocuk bayramlarındaki gibi daimi mutluluk ve huzurun gelmesini diliyorum, her yıl. Ve her yıl, tekrar tekrar bu dileğimin ulaşmadığı çocukları görüyorum. Tıpkı o Ankara sokaklarında umudunu kesmiş isimsiz kahramanım gibi...

Hırsızları arıyorum!
Saklandıkları tenhalarda küf tutmuş, ağ bağlamış HIRSIZLARI…

NEREDE OLDUKLARINI BİLEN VAR MI?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder